Felsefe

Ogam

Daha önce de belirttiğimiz gibi Druidler öğretilerinin sözlü olarak dağılmasını istiyorlar ve kesinlikle yazılı hale getirmiyorlardı. Bunun nedenleri arasında öğretilerinin ezoterik olması ve yazılı olanın öğretinin anlatımındaki değişikliklerle değişememesi vardır. Druidler’in öğretilerini sözlü olarak aktarmaları onların yazıyı bilmedikleri ya da küçümsedikleri anlamına gelmemelidir. Tam tersi olarak yazıya çok büyük saygı göstermişler ve dikkatli kullanmışlardır. Bir Druid yazısı olmamakla birlikte bazı değneklerin ve kutsal kayaların üzerinde işaretler kullanmışlardır. Ogam isimi verilen bu işaretler Keltlere mahsustur ve bir tür şifreli yazıdır. Taşların üzerlerinde ve ahşap malzemelerde , özellikle de değneklerde rastlanmıştır. Ogamlar mantık olarak Grek ateş işaretlerine benzemekte idi. Ateş işaretleri yerine atılan çentiklerden oluşuyordu ve her bir çentik sayısı bir sese karşılık geliyordu.

Aslında Ogamların yazıdan da öte bir sembolizmi vardı. Her bir işaret bu arada bir ağaca veyahut bir hayvana da karşılık gelebiliyordu . Bunu tam tersi olarak da belli şekilde ve düzende dizilen ağaçlar bir mana verebiliyordu. Druides’ler diğer ezoterik topluluklardan değişik olarak, druidler aralarına kadınları da kabul ediyorlardı ve bunlar druides ismini alıyorlardı. Druideslerin inisiyasyonlarının nasıl olduğu bilinmemekle beraber bilhassa savaşçıların ve asillerin yetişmesinde büyük payları olduğu bilinmektedir. Bu durum Orta Çağ efsanelerinde sık sık geçen “Bilge Kadın” motifine de kaynaklık etmektedir. Orta Çağ efsaneleri ile ilgili bölümümüzde göreceğimiz gibi bu kadınlar şövalyenin yolculuğu süresince karşısına çıkarlar ve inisiyasyonda yardımcı olurlar. Druidesler eğitimde olduğu kadar , ilaç hazırlamada , şifalı nebatların bulunmasında da söz sahibi idiler.

Druideslerin özellikle İskoçya’da Sein Adası’nda toplandıkları ve buraya erkekleri almadıkları söylenir. Söylenceye göre burada dokuz druidesin (Gallizenæ) öndeliğinde kendini adamış genç kızlar vardı. Halk arasında druideslerin burada sihir ve büyü ile uğraştıkları düşünülür, hem de hava olaylarına hükmettikleri, istedikleri hayvanın şekline girdikleri de söylenirdi. Hristiyanlığın dağılmasından sonra druid inançlarını bütünüyle silmek isteyen Hristiyanlar, druidesleri halkın gözünde cadılara çevirmişler ve halkı onlara düşman etmeyi başarmışlardır. Bard’lar Kelt toplumlarında, ekseriyetle konularını kahramanlık destanları olarak seçen ozanlara bard denilirdi. Bağlı oldukları şefin yanında bulunurlar, onun başarılarını da kutlarlardı. Bard daha çok Galya’da kullanılan bir isimlendirme idi, zira bu ozanlara Galya’da bard denildiği gibi, Bretagne’de Barzh, İrlanda’da da Fil ( çoğulu filid ) denilmekteydi. Barzh’ların dini karakterleri acil kaybolmasına karşın, bardlar, esin ve sanat yeteneklerinden olsa gerek, saygı görmeye devam etmişleridr.

Filid ise yedi dereceli idi. Derece elde taşınan değneğe göre belli oluyordu. Böylelikle sıralama Ollamh (altın değnek), Anruth (gümüş değnek) ve geri kalan beş derece (bronz değnek) şeklinde oluyordu. Bardlar konusunda ehemmiyetli bir nokta da müzisyen Druidler ile karıştırılmamaları gerektiğidir. Bir çok Kelt dini merasimine müzik eşlik etmekle birlikte, bu merasimlerde müzik aletini çalan druidler bardlardan değişik idi. Kelt efsanelerinde müzik aletleri ehemmiyetli bir yer tutmaktadır. Dagda ve Lug’un sihirli arpları vardı. Efsaneye göre bu aletler üç değişik tür müzik çalmaktaydılar. Bunlardan birincisi güldürüyor , ikincisi ağlatıyor , üçüncüsü de uyutuyordu. Bu inanış , Keltler’in, müziğin insan üzerindeki tesirini incelediklerini göstermektedir. Bardlar ise şiir okurken, bu arada cruth denilen bir tür lir de çalarlardı. Galya’da Roma işgalinden sonra , yerli dili kullandıkları için , gözden düşen bardlar burada MS. İkinci yüzyıldan itibaren kaybolmaya başlamışlardır. Bardlar Galya’da dini sınıftan sayılmalarına rağmen , İrlanda’da sonraları aşağı sınıftan kabul edilirlerdi. Gal ülkesinde ise , özellikle Breton prensler tarafından çok tutulan bardlar varlıklarını Orta Çağ’a kadar sürdürmüşlerdir.

Nitekim ben de Metot Araştırmaları’nda, böyle bir bütünleyişin Tarih ve tarihsel Doğruluk olarak sürekli bir akış halinde bulunduğunu benimsedim. Bu temel uzlaşım noktasından yola çıkarak, felsefe insanbilimin iç ikilemlerini gün ışığına çıkarmaya giriştim ve bir takım müesseselerde da, seçmiş bulunduğum yöntembilimsel düzlem üzerinde, bu güçlüklere getirilebilecek geçici çözümlerin bir taslağını yaptım. Ancak yeniden söylemek dahi fazla ki, şayet Tarih ile Doğruluk bütünleyici değilseler, şayet olgucuların [pozitivistlerin] ileri sürdükleri gibi, sadece Tarih’ler ve Doğruluk’lar varsa, o zaman çelişkiler ve bireşimsel asmalar bütün anlamlarını yitirirler. Bu yüzden, eldeki eseri kaleme alırken su temel problemi ele almak bana ihtiyaç duyulan göründü: bir insan Arkadaşlığı var mi?”

Demek ki Sartre , Varlık ve Hiçlik ’te “varlık” ı tanımlarken, bu sefer de Diyalektik Us’un Tenkidi ’nde bu varlığın bir “varoluş ideolojisi” ni belirlemek istiyor yukarıdaki suali sorarak: “Bir insan Doğruluğu var mi?” (“Gerçekliği var mi?”) Aslında bu sual, bir insan gerçekliğinin olup olmadığının sualidir. Zira, “insan”, “varlık” olarak, bir varoluş kazanabilmek için, ilk önce, bir “gerçekliğe” sahip olmak zorundadır. Çünkü, bu gerçeklik çerçevesinde ve bu gerçeklik tarafından “insan” ancak bir varoluş elde eder. Ve onu biçimlendirir. İşte, bu biçimlendirme işinde, varlığın, bu gerçeklik dolayısıyla – yaratmış olduğu gerçeklik dolayısıyla –“proje” ler yapması ve onlara göre bir varolma çizgisi çizmesi söz konusudur.

Mutlak bu yüzden Sartre , “varlık” ı tanımlarken,onda,“benliğin kendisine doğru yönelen bir ilişki”den çok, “…direk doğruya bu benliğin kendisi”ni bulmuştur.Zira, varlığın içinde bulunduğu sorun, onun, “kendi benliğini olumlama olgusu”dur. “Olumlama olgusu” ise, kabullenmek ve yadsımak olgularının arasında daimi bir gidiş geliş, daimi bir devimdir. Bu gidiş geliş, bu devim, varlığın gidiş geliş ve deviminden başka bir şey değildir. Onlar, belirli bir süreç oluştururlar. Bu süreç ise, varlığın oluşma sürecidir.Oluşma ile beraber bu süreçte, varlık, gerçeklik kazanmaktadır. Gerçeklik kazanma olgusu, bir çok gerçeklik kazanma biçimlerini ve yollarını yapısında barındırır doğal olarak.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir